Orhan'ın Hâlleri
Nahit Hanım’ın hiçbir zaman aklından çıkmadığını, bu vaziyette de ne doğru düzgün yazı yazabildiğini ne de kendine bakabildiğini söylüyor Orhan Veli şu an okuyabildiğim için kişisel hayatının ve narin bir muhabbetin gizliliğini ihlal ettiğime inandığım ve bundan dolayı kendimden içten içe utandığım mektuplarında1. Bir mektubunda yazmış, defalarca hastalanmış ve 7 kilo vermiş birkaç ayda. Parasızlıktan diyor ama, iştahsızlığı ve kendini hırpalaması, hatta parasızlığı da farklı bir sebepten gibi geliyor bana. O büyük ve güzel şehirde işkence çekiyor. Kendi diyor hatta:
İstanbul muhakkak ki güzel şehir. Ama benim için güzel şehir, çirkin şehir diye bir şey yok. Sadece senin bulunduğun şehir, senin bulunmadığın şehir diye bir şey var.
Edebiyat tarihçisi Orhan’ın bu vakitlerde ne yaptığını, nelerle uğraştığını, kimlerle konuştuğunu daha iyi bilir tabii. Ne de olsa bırak biyografi ve anıları, ben hiçbir zaman oturup da Orhan Veli şiiri okumaya bile yeltenmedim tek tük rastladıklarım hariç. Ama şu an mektuplarını okuyorum ve anlamak için edebiyat tarihçisi olmaya lüzum olmayan şeyler var bu ızdırap dolu satırlarda. Orhan Veli’yi anlıyor muyum neyim?
Mektuplarda Orhan’ı bir şair olarak, bir edip olarak görmüyorum. Aksine, bütünüyle duygusal ve zihinsel bir aciziyet tarafından sarılıp sarmalanmış. Her an Ankara’daki sevgilisini düşünüyor, düşünmekten kendini alamıyor. Güzel anılarını düşünüp buruk mutluluklarla yetiniyor her gün ve parasızlıklan kendisi Ankara’ya gidemediği için Nahit Hanım’ın İstanbul’a gelmesinin silik umuduyla kendini avutuyor, nitekim elinden başka bir şey gelmiyor. Öyle bağlanmış ki sevgilisine, o yokken nasıl yaşadığını unutmuş sanki. İnsan içine karıştığında da bir ilgisizlik basıyor. Lâkin, yetişkin adam, görmüş geçirmiş. İnsanlar arasındayken maskesini takıp laflamayı, beraber vakit geçirmeyi biliyor ne de olsa. Keyif alamasa da bir şekilde hayatta olduğunun izlenimlerini veriyor tanıdıklarına.
Bir de öyle takıntılı ki Orhan Nahit Hanım’a, neredeyse her mektubunda yanıtının geç gelmesinden ya da Nahit Hanım’ın ilgisiz olmasından şikayetçi. İlk bakışta yorucu ve saçma geliyor, ki öyle. Ama sormadan, söylemeden duramaz Orhan. Hayatını sevgilisinin etrafında sürdürmek idealini öyle benimsemiş ki gerçekten ilgilendiği tek şey bu olmuş. Bu durumda niyetlerinin aynı ölçüde olmasa bile karşılıklı olduğunu bilmesi lazım. Yoksa şüphe onu içeriden kemirir, kemirmiş de. Nahit Hanım’ın mektuplarını okuyamıyorum maalesef. Ama Orhan’ın çıkmazı Nahit Hanım’ın tavırlarından değildir diye düşünüyorum. Kendi kendini sokmuş bu hâllere. Tutunacak bir şey aramazmış evvelden. Sonra tutunacak bir şey bulmuş birdenbire, ve tutunmuş sımsıkı. Şimdi tutunabileceği tek şeye de tutunamaz duruma gelmiş. Tutunacak hiçbir şeyi kalmamış gibi hayatta. Geri kalan her şey sahte, her şey çirkin.
Eskiden olsa hiç anlamazdım. Orhan’ın da böyle biri olduğunu hiç aklıma getirmezdim. Edebiyatta anlam bulmuş sanırdım. Diğer her şeyden soğuyarak uzaklaşmış. Diğer her şey bayatlamış, kokuşmuş ve dünya üzerinde güzel olabilecek bir şey varsa bile bu da sevgilisiymiş gibi görüyor. Tek bağlandığı şey de o artık. Yine kendi diyor zaten:
Resimlerde, sözlerde, hatıralarda, kokularda, renklerde, her şeyde seni arıyorum. Yattığım vakitler yalnız seni düşünüyorum.
Yalnız ona sahip olmak, ve yalnız onun olmak istiyor. Erdemli ve sağlıklı bir düşünce değil sanırım. Yargılanmaya müsait. Ama yargılamak için değil, anlamaya çalışmak için mektupları okuyorum ve bu satırları yazıyorum. Öyle ki benzer bir durumdan ben de muzdaribim.
-
Veli, Orhan. Yalnız Seni Arıyorum: Nahit Hanım’a Mektuplar. 15. Baskı, 2025. Yapı Kredi Yayınları. ↩