Eşik. Katatoni.
Sakin bir ruh hâli bilgelikle ve deneyimlilikle özdeşleştirilir. “Duyguların aklı saf dışı bırakması” kendini kontrol edememenin, yetersiz iradenin göstergesi olduğundan bir zayıflık olarak görülür. Böyle bir durumda amaçlanan coşkunluğun yok edilmesi değil, onun dışa vurumunun engellenmesidir. Ne var ki bu erdemli tutumun sergilenmesinde farklı sebepler etkin olabilir ve bunlardan biri benim yaşadığım durum olduğundan şimdi ona değineceğim.
Dışa vurumda duygularla karşılaşılmadığında genel bir erdemlilik algısına uygun davranıldığından gurur duyulabilir, “Duygularımı dizginleyip rasyonel davranabiliyorum.” diye düşünerek hakikatten uzaklaşılabilir. Çünkü bazen aslında yaşadığımız durum duyguların elde olmadan bastırılması ve sönük bir balon gibi köşede yıllarca beklemesi gibi gerçekte hiç erdemli olmayan hatta ruhsal sağlığımızı tehdit eden, belki de kaçınılması gereken bir durumdur. Yaşantıların anlam kazanması için ihtiyaç duyulan coşkudan mahrum kalmak aynı zamanda gelecek zamana dönük heyecanı da erişilmez kılıyor. Samimi bir üzüntü, mutluluk, korku vs. yaşamamak o çok rasyonel düşüncelerimizin önem verdiği anlamı yapay oluşumların merhametine bırakıyor. Bir arkadaşla eğlenmek veya eğlenmemek arasında temelde hiçbir ayrım kalmadıktan sonra hangimiz gün geçtikçe yaşam hevesini kaybetmez ki? Uğruna çalışılacak gerçek bir hedef, gözleri kapatıp içine dalınacak organik bir hayal herkeste olmalıymış gibi gelirken ben kayıtsız şartsız memnuniyetimle hiçbir şey kazanamıyor, hiçbir şey kaybedemiyorum. Bu yalnız bana özgü bir durum değil. Sadece, ben en iyi beni anlatabilirim.
İnsan durup dururken coşkusunu kaybetmez. Elbette bazı nedenler olacaktır. Benim durumumda bu nedenler için çevrem suçlanabilir diye düşünüyorum. Oysaki çevremle etkileşim biçimim dolayısıyla ben de bir o kadar suçlu olmalıyım.
Bir şeyler -öyle görünüyor ki bu, bir çekince dolayısıyla açıklanmadı. Yüzleşemedim ya da hata yapmaktan korktum- beni çevremdeki insanlardan hoşlanmamaya itiyor. Onların düşüncelerini ve hissettiklerini küçümsemeye, bu yüzden kendimi onlarla paylaşmamaya yönlendiriyor. Burada “kendimi paylaşma” meselesi çok önemli. Çünkü bunu yapmıyor olmak zihnimdeki gelişmeleri filtreleyerek ve maskeleyerek kendimi kendimden saklamam anlamına geliyor. Şu ana kadar da çevremden neredeyse hiç ayrılmamış olduğum için bu şifrelemeye alışıp coşkumu baskılamış olmalıyım.
Bununla ilgili ilginç bir sorun da ileriki bir zamanda çevrem değiştiğinde benim yine muhtemelen bu hoşnutsuzluğu yaşayacak olmam. Bir yuvaya tutunamamak istemiyorum. Duygu ve düşüncelerimizi paylaşmak için elimizde dil gibi çok gelişmiş bir araç varken bu paylaşımı en yakınımızdakilerle yapamasaydık büyük bir toplu çöküş yaşardık. Neyse ki bu çöküşü de içimde barındırarak bütün insanlığı koruyorum.
Uzun süre coşkudan uzak kalmak bende duygulara yeni bir bakış açısı oluşmasına sebep oldu: Coşku içermeyen duygular (huzur, nefret, sevgi, merhamet, tatminiyet…) değer bakımından üste çıktı. Sadece bunları samimiyetle tecrübe edebildiğim düşünülürse oldukça doğal. Ancak bunlar beni sürekli pasifize ediyor, coşkusuz ve durağan bir yaşama sürüklüyor.
Ruhsuz bir et yığınına dönüşümüm devam ederken ben insansız kalmak istemiyorum. Kendimi bazı paylaşımlara zorlamadan bu durumdan kurtulamayacağım gibi paylaşacak kişi ya da kişiler olmadan kendimi zorlayamayacağım. Bu paylaşımda ortağım olacak kişilerin mevcut çevrem olarak nitelendirdiğim ailem olmamasını tercih ederim. Ne de olsa zaten en başta onlarla paylaşımdan çekindiğim için bu hâldeyim. Ancak yakın bir zamanda yeni bir çevre edinemeyeceğim de bariz. Çok rasyonel bir şekilde durum analizimi yaptığıma göre sonuca varabilirim. Hiçbir ton değişimi yapmadan “Harikayım!” demeye bir süre daha devam edilmeli.