Bir sonbahar sabahında kuru yapraklarla beraber toprağa veya kara asfalta yalnızca yağmur damlaları dökülmez. Bazen gökkuşağının ayağına eriştiğini düşünen umutlardır dökülen, bazense gece yarısı umutların üzerine parlayan yıldızlara uzanan parmaklardır. Öğle güneşinden daha alıcı ışıklar saçan hayallerin kırıntıları da olabilir. Hatta geçmişten tökezleyerek gelmiş bir gülümsemenin dökülmesi neredeyse kaçınılmazdır. Fakat temas ettiği anda toprağı yakan, asfaltı eriten gözyaşları gibisi yoktur. Görünürde hiçbir şey olmaz, çünkü bu gözyaşları yağmur gibi gökyüzünden damlalar hâlinde alçalmaz. Ansızın, bir kelimenin kulağa girişiyle yürek denen tuhaf bir gaz bulutunun dağılmasıdır bu gözyaşları.

Çağlar sürer oradaki oluşumu. Büyülü bir varlıktır. Ne felsefe taşı, ne ölümsüzlük iksiri, ne kutsal sular, ne de Değerlimiz yüreğin yanında bir öneme sahiptir. Çünkü yürek, hiç fark ettirmeden, birisi tarafından gizlice yaratılır sizi kontrol edebilmek için. Sonrasında sadece siz değil; bütün yaradılış, bütün maddeler ve enerjiler artık yürek için var olur.

Yürek şimdi evrendeki en özel, en güçlü varlıktır. Bir istisna dışında: yüreği elleriyle yoğuranın o sonbahar sabahında sesin durdurulamaz titreşimleriyle sizin kulağınıza uçurduğu bir kelime. Yürek bütün varlığını bu kelimeden uzak kalmaya çalışarak geçirir. Fakat Sonbahar güzel bir mevsim değildir. İnanılmaz bir yazın ardından soğuk bir kışın geldiğini hatırlatmak zorundadır. Üstelik her seferinde bahsettiği felaketten daha büyük yıkıntılar oluşturur. Bir günü diğer gününü tutmaz. Bütün dengeleri yıkmak için gelir. Eğer yürek buna hazır olmazsa kışı görmeden çaya batırılan bisküviye döner.

Yağmur damlaları ne kadar fazla olursa olsun topraktaki alevlere etki edemez. Çünkü gözyaşları yalnız düşmüyor, kuru yapraklarla beraber daha da güçlendiriyor ateşi. Yolda ilerleyip kaçmak da mümkün değil. Asfalt eridi. Atılmaya tenezzül edilen her adım sizi kulağınıza postalanan sözcüğün esaretine daha da fazla mahkum edecektir. Kaçış yok. Önce sonbaharın güneşli yağmurlu karmaşıklıkları, ardından kışın soğuk rüzgarları, yalnızlık kadar beyaz kar taneleri, ilkbaharda hep uzakta kalan huzurun verdiği acı, ortalığı çöle döndüren kurak yaz güneşi, tekrar… Yürek tamamen dağıldıktan sonra bile bir süre esir kalırsınız orada. En sonunda tekrar hareket edebilmeye başlarsınız.

Yağan her yağmur, dökülen her yaprak, esen her rüzgar, parça parça yayılan huzurlu anlar, bir sıcaklık veren her güneş ışıması artık sizin için ya yüreğinize ya da gözyaşınıza işaret eder. Arkanıza dönüp baksanız bir parçanızın hep orada kaldığını düşünürsünüz. Kafanızın dikine giderseniz artık ölüsünüz demektir. Varlığınızın herhangi bir değeri kalmamıştır. Bir tabuta yatırıp tanrısal bir merasimle toprağa gömdüğünüz et kütlelerinden ayrılan herhangi bir özelliğiniz kalmamıştır. Siz neden bir tabut bulup içine uzanmıyorsunuz ki? Sanki koklayacak kardelenleriniz, dinleyecek bülbülleriniz, seyredecek yıldızlarınız kalmış. Birinin büyüdüğü topraklar yanmış, birinin aralarında şarkı söylediği yapraklar dökülmüş, birinin ışımaları geceyi terk etmiş.


Yağma

Yağmur

Yazık

Yüzemem