HTA: Red Notebook
This is the Turkish translation of a text written, erroneously, in English for a friend.
Kalemimin sayfaya dokunmasına izin verdim, ve yalnızlığıma bir kez daha mürekkebin akışı eşlik etmeye başladı. Lakin beni -her seferinde- hayrete düşüren, mürekkebin düşüncelerime zihnimin, zekâmın ve hayalgücümün hudutlarını aşmış biçim, anlam ve varlık vererek onlarla beraber akması. Sonuçta, başka yabancılarla dolu yeni bir mahpushaneye -kırmızı deftere saygısızlık olmasın- gönderilmiş oluyorlar. Madalyonun öteki yüzünde ise benim gün yüzüne çıkmaya susamış bir gürültü sürüsünden kurtuluşum kazılı. Düşüncelerle aramızdaki ilişki garip. Onları büyüttüm, besledim, korudum ve yetiştirdim. Fakat en sonda iki taraf da birbirlerine zararlı hâle geldi. Tutsak, dolaşabileceği ve ışık saçabileceği büyük ovalar bulmak veya kendine ait ölümü tatmak istiyor. Daha doğrusu, buna ihtiyaç duyuyor. Birazcık bana ve aileme benziyor, sanırım.
Bu engin dünyada kimse kimseyi anlamıyormuş gibi görünüyor. Bir parça yalnız görünüyor, değil mi? Birbirimizi anlamadan nasıl başka birisiyle bağ kurarız ve beraberlik mertebesine erişiriz? Benim yaşadığım 21 yılın ve başkalarının yaşadığı yüzlerce yılın ardından vahim görünen bir sonuca vardım: Yapamayız. Ancak bu ne yalnızlıkta boğulmamız gerektiği ne de “insan”ların “insanlar”a dönüşemeyeceği anlamına geliyor. Bir X insanı olmanın ne anlama geldiğini anlamayı umursamadan -yahut anlamamayı, umursamamak bu anlama geliyor- paylaşıyoruz.
Nesneler paylaşıyoruz aidiyet kavramı hiç var olmamışçasına. Sözcükler paylaşıyoruz herkes aynı dili konuşuyormuşçasına. Anılar paylaşıyoruz yaşamlarımız birmişçesine. Görüşler paylaşıyoruz her düşünce aynı kitaptan çıkıyormuşçasına. İnançlar paylaşıyoruz her inanç biricik hakikatmişçesine. Ve en önemlisi, niyetlerimizi paylaşıyoruz. Bu, dostlukların yeşermesinin tek nedeni ve yine bu yüzden karşıya geçmeye çalışan ihtiyar teyzeye koşup yardım etme dürtüsünü duyuyorsun. Bütün bu paylaşım uygarlığı uyumlu bir ütopyaya dönüştüremese de zaman zaman neşe kıvılcımları saçabiliyor. Ve neşenin ihtimalidir benim ve senin hayatın ıstırabına dayanma sebebimiz. Ne olursa olsun hiçbir sancı bir dostun kahkahasına eşlik etmekle hissettiğin güven, huzur ve anlamı yok edecek kadar çok acıtamaz.
Yazmayı seviyorum. Sadece zihnimi rahatlattığı için değil ayrıca birbimize bağlanma yollarımızdan biri, ve fikrimce en güzeli, olduğu için keyif veriyor. Karşımda anlık tepkisini görebildiğim birisi olmaması beni üzmüyor. Çünkü bu yazıların bir gün başka birinin zihnindeki iç konuşmalara dönüşebilme ihtimalinin ferahlığını yaşıyorum. Paylaşmanın yükü zamanın akışıyla tatlılaşır. Bilirsin, çünkü bazen cümleleri konuşmak zor olur. Ve bazen sözcüklerin alıcıya uçması değil, süzülmesi gerekirmiş gibi hissettirir.
En başta planım, pek gurur duymadığım bir güçlü yanım olan öz kısıtlama1 hakkında yazmaktı. Oysa mürekkebin akışının başka planları varmış.
Gitmeden önce tavsiye niyetine söyleyeceklerimi dinle: Bir gün eve döndüğünde bir sevgi insanına en güzel şeyleri söylenmemiş bıraktığından tedirginsen berbat bir gün geçirmişsin demektir. Bir sonrakini güzel geçir.
-
The word I originally used was restraint and I do not think I have found its best Turkish representative. ↩