ıstırap ve işkence
Nefes almaya duyduğu ihtiyaç gibi acı çekmeye ihtiyaç duyuyordu. Öyle ki, hazzı acı çekmediği nadir, geçici anlarda buldu. Onun için mutluluk yalnızca her zaman hissettiği ızdırabı unuttuğu bir andı. Fakat beşer bilmezdi bunu, görmezdi.
Zaman zaman huzuru kaçardı. Hiçbir şey olması gerektiği yerde değilmiş gibi rahatsızlanır, hiçbir şeyi kontrol edemediği için tedirginleşirdi. Ancak bütün işkence aletleri en baştaki yerlerine konumlanıp çalıştığında, tekrar dişlerini sıkmaya başladığında kendine gelebilirdi. O zaman ana kucağı gibi bir sıcaklık; evinin, ait olduğu yerin konforu sarardı.
Beşer kendini acıya mahkum etmişti. Böyle görmüştü ve öğrendiği şekilde varlığa tutunmaya devam edecekti. Bir de öyle sanıyordu ki yapayalnızdı. Herkesin kahkaları neşedenken onunki oyundu. O yüzden bir türlü yerini de bulamazdı.
Böyle olmak zorundaymış gibi hissederdi. Varoluşunun kuralı buydu. Bütün insanlığın yükünü sırtlanırdı ve ses etmezdi ki kimseye rahatsızlık vermesin, kimseye yük olmasın. Ağırlığı kaldıramadığında neyin yanlış olduğunu anlamaz, kendi zayıflığına hayıflanırdı. Telafi etmek için de oradan buradan taşlar bulup sırtındaki çuvala atardı.
Kimse görmezdi onu. Başkalarının manzaralarını kirletmek istemezdi. Bu yüzden hep kıyıda köşede dururdu. Kendini suçluyordu ve hakkıyla cezalandırıyordu. Oysa beşer neyin doğru neyin yanlış olduğunu da bilmezdi.
Beşer kurtarılabilseydi dünyaya hiç gelmezdi.